AĞLAMAYI HEP SEVDİM / SİYAH ADAM

Yağmur gibi temizler insanın içini. Yollar, sokaklar, kaldırımlar, ağaçlar ve börtü-böcek sanki hep onunla sevinir ya... bende de ağlamanın yeri, bu...  bir sevinç vesilesi yani. Tamir olmaz, onarım bilmez, her yandan depreşen en şehvetli yaralar için bile merhem... Ondan mıdır bilmem en çok çocuklara yakışır; en çok da çocuklar masumdur. Hatta onlar ağladığında çevresindeki büyüklerin güldüğünü bile görürsünüz. Demek ki diyorum: "sevindirici" bir faaliyet.

Ama "Afrika için de öyle" diyemiyorum. Baştan aşağı kara bulutlar kaplamış ufkunu. Havada bir basıklık, bir sıkıntı... Göğüs sıkışıklığı, kalp ağrısı... gökyüzü sanki yerin göğsüne doğru yaklaşmış da baskı yapıyor. Gerisi gelmeyen bir daralma... Arkasından beklediğiniz yağmuru bulamadığınız çaresizlik durumu; Hayata tutunmak için dayanak aradığınız manasızlaşma eğilimi. Gönül ve zihin fonksiyonlarının dükkanı kapattığı zamanlar... ne ağlayabiliyor ne de ferahlayabiliyorsunuz. Annem böyle zamanlar için "eline tesbih al da biraz Allah çek" der. Ya da bizim neslin savsaklamalarını bildiğinden "namazlarınıza dikkat edin" dediği de olur. Hakikaten de çaredir, bunlar...

Bense bu sıkışmışlık içerisinde ağlamayı bir teselli görüp, ondan kaçmaktayım, koşa koşa. Afrika'ya ağlayıp rahatlamak sanki kanıma dokunuyor, sanki gönül ülkemden sürüleceğim; sanki biriktirdiğim cevherler kaybolacak; sanki hain addedileceğim... benim yakamı bırakmayan değil, benim yakasını bırakmadığım vadide boğulma nöbetleri geçiriyorum. "insanlığın son adası" mı sular altında kalan... Biriktirdiğim çocukluk kabuslarımın tabiri mi dikilen, yamacıma? Hangi bahtsızlık bu sokak ortasında vurmak isteyen kederlerimi... siyah çocukların ruhları mı dikiliyor çöl kumlarına, hiç bitmeyecek olan. Kapımı çalamayan, sokakta el açamayan, araba camımı silemeyen, kağıt mendil satamayan...

Toplanıp geliyor bütün depresyonlarım; Çıldırma raddeleri, tohumlanma evreleri, yeni baştan düşünüşler. Bırakmak istemediğim yaka kaplıyor Afrika çöllerini. Elini tutmak istiyorum düşmesin diye toprağa; düşmesin o adam, düşmesin kadınlar, kızlar; düşmesin çocuklar... bir kader anıtı gibi Cebrail kanadı takmak istiyorum, kendim için bile dilemediğim, çaputlar bağlıyorum, mumlar yakıyorum... hangi yozluğun arkasındayım diye sorguluyorum: hangi çiğliğin yamacında, sefahatin kolunda...

Damarlarımda kan donuyor. Sanki kalbimi tıkıyor, düşüncelerim. Adım atamıyorum, hangi firavun tutuyor kollarımdan... ben sana ulaşmak istiyorum. Modern dünyanın dehlizlerinde kaybettiğim insanlığımı siyah adamın gözlerinde arıyorum.

***

Siyah adam bugün sen benim ışığım oldun, yanarak afrika sıcağında. Sana hüzün defterleri ayırdım, sana eski elbiseler, tarhana çorbaları. Siyah adam bir emanetsin yüreğimde sömürge fırtınalarından kalan... Siyah adam; ifadesi gözlerine yansımayan, derisinden sarkmayan...

Siyah adamın duaya açılmış elleri büyük, yığıldığı yerden adımlıyor biraz önce giden evladının ardı sıra yüreğiyle... gökyüzünden "zebihullah" feryatları duyuyorum. Yakam ikiye yarılıyor; Asrın günahlarına uyuyorum...

***

 Ahh siyah adam, saçlarda keder, gözlerde hazan...

 Artık dilek günleri sayıyorum, Siyah adam! senin için çaput bağlıyorum. Ama ağlayamıyorum...

 

10 Eylül 2011 Cumartesi